SAHİH-İ BUHARİ

Bablar - Konular - Numaralar

KİTABU’L İLİM

<< 102 >>

باب: ما يستحب للعالم إذا سئل: أي الناس أعلم؟ فيكل العلم إلى الله.

44. Âlime İnsanların En Bilgilisi Kimdir?" Diye Sorulduğunda Bunu Allah'ın Bilebileceğini Söylemesi Müstehaptır

 

حدثنا عبد الله بن محمد قال: حدثنا سفيان قال: حدثنا عمرو قال: أخبرني سعيد بن جبير قال:

 قلت لابن عباس: إن نوفا البكالي يزعم أن موسى ليس بموسى بني إسرائيل، إنما هو موسى آخر؟ فقال: كذب عدو الله، حدثنا ابن أبي كعب، عن النبي صلى الله عليه وسلم: (قام موسى النبي خطيبا في بني إسرائيل فسئل: أي الناس أعلم؟ فقال: أنا أعلم، فعتب الله عليه، إذ لم يرد العلم إليه، فأوحى الله إليه: إن عبدا من عبادي بمجمع البحرين، هو أعلم منك. قال: يا رب، وكيف به؟ فقيل له: احمل حوتا في مكتل، فإا فقدته فهو ثم، فانطلق وانطلق بفتاه يوشع بن نون، وحمل حوتا في مكتل، حتى كانا عند الصخرة وضعا رؤوسهما وناما، فانسل الحوت من المكتل فاتخذ سبيله في البحر سربا، وكان لموسى وفتاه عجبا، فانطلقا، بقية ليلتهما ويومهما، فلما أصبح قال موسى لفتاه: آتنا غداءنا لقد لقينا من سفرنا هذا نصبا. ولم يجد موسى مسا من النصب حتى جاوز المكان الذي أمر به، قال له فتاه: أرأيت إذ أوينا إلى الصخرة؟ فإني نسيت الحوت، قال موسى: ذلك ما كنا نبغي، فارتدا على آثارهما قصصا، فلما انتهيا إلى الصخرة، إذا رجل مسجى بثوب، أو قال تسجى بثويه، فسلم موسى، فقال الخضر: وأنى بأرضك السلام؟ فقال: أنا موسى، فقال: موسى بني إسرائيل؟ قال: نعم، قال: هل أتبعك على أن تعلمني مما علمت رشدا؟ قال: إنك لن تسطيع معي صبرا، يا موسى، إني على علم من علم الله علمنيه لا تعلمه أنت، وأنت على علم علمكه لا أعلمه. قال: ستجدني إن شاء الله صابرا، ولا أعصي لك أمرا، فانطلقا يمشيان على ساحل البحر، ليس لهما سفينة، فمرت بهما سفينة، فكلموهم أن يحملوهما، فعرف الخضر، فحملوهما بغير نول، فجاء عصفور فوقع على حرف السفينة، فنقر نقرة أو نقرتين في البحر، فقال الخضر: يا موسى: ما نقص علمي وعلمك من علم الله إلا كنقرة هذا العصفور في البحر، فعمد الخضر إلى لوح من ألواح السفينة فنزعه، فقال موسى: قوم حملونا بغير نول، عمدت إلى سفينتهم فخرقتها لتغرق أهلها؟ قال: ألم أقل لك إنك لن تسطيع معي صبرا؟ قال: لا تؤاخذني بما نسيت - فكانت الأولى من موسى نسيانا - فانطلقا، فإذا غلام يلعب مع الغلمان، فأخذخ الخضر برأسه من أعلاه فاقتلع رأسه بيده، فقال موسى: أقتلت نفسا زكية بغير نفس؟ قال: ألم لك إنك لن تسطيع معي صبرا؟ - قال ابن عيينة: وهذا أؤكد - فانطلقا، حتى إذا أتيا أهل قرية استطعما أهلها فأبوا أن يضفوهما، فوجد فيها جدارا يريد أن ينقض فأقامه، قال الخضر بيده فأقامه، فقال له موسى: لو شئت لاتخذت عليه أجرا، قال: هذا فراق بيني وبينك). قال النبي صلى الله عليه وسلم: (يرحم الله موسى، لوددنا لو صبر حتى يقص علينا من أمرهما). [ر: 74].

 

[-122-] Said İbn Cübeyr şöyle demiştir: İbn Abbas'a: "Nevf el-Bekkalî, bilge adamla buluşan Musa'nın İsrailoğullarının peygamberi olan Hz. Musa değil başka bir Musa olduğunu iddia ediyor" dedim: İbn Abbas Nevf el-Bekkâlî için: "Allah düşmanı yalan söylemiş. Ubey İbn Kâ'b bize Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'den şunu aktarmıştır: "Hz. Musa İsrailoğullarına konuşma yapmak üzere ayağa kalktı. Kendisine: "En bilgili insan kimdir?" diye soruldu. O da:

 

"En bilgili benim" dedi. Allah, bu konudaki bilgiyi kendisine bırakmadığı için Musa'yı azarladı ve ona: "İki denizin birleştiği yerde (bulunan) kullarımdan bir kul senden daha bilgili" diye vahyetti.

 

Hz. Musa "Ya Rab! Ona nasıl gidebilirim?" diye sordu. Kendisine "bir zenbil içinde bir balık taşı. Onu kaybettiğin yerde o kulu bulacaksın" denildi.

 

Hz. Musa yanına hizmetçisi Yuşa İbn Nun'u alarak yola düştü. Yanlarında zenbil içinde bir balık taşıyorlardı. Kayanın yanına varınca başlarını koydular ve uyuyakaldılar. Balık zenbilden çıkarak kurtuldu ue denizde iz bırakarak gitti. Denizde böyle bir izin bulunmasına Musa ve hizmetçisi şaşırdılar. Uyandıktan sonra o gecenin kalan kısmında ve gündüz yollarına devam ettiler. Sabah olunca Hz. Musa hizmetçisine: "Öğle yemeğimizi getir. Gerçekten bu yolculuğumuzda bir hayli yorulduk" dedi. Hz. Musa, gitmesinin emredildiği yeri geçmeden önce yorgunluk duymamıştı. Hizmetçisi: "Gördün mü, kayanın dibinde barındığımız zaman balığı unutmuşum" dedi. Hz. Musa: "İşte aradığımız da buydu" dedi. Bunun üzerine kendi izlerine baka baka geriye döndüler. Kayanın yanına geri gelince orada elbisesine bürünmüş bir adam gördüler. Musa selâm verdi.

 

Hızır: "Hayret! Senin bulunduğun bu yerde selâm ne gezer?" dedi.

 

Musa: "Ben Musa'yım" dedi.

 

Hızır: "İsrailoğullarının Musa'sı mı?" diye sordu.

 

Musa: "Evet" dedi. Daha sonra "Sana öğretilen üstün ilimden bana öğretmen için sana tabi olayım mı?" diye sordu.

 

Hızır: "Sen benimle birlikte sabredemezsin. Musa! Bende Allah'ın kendi ilninden verdiği öyle bir ilim var ki sen onu bilemezsin. Sende de Allah'ın verdiği öy/e bir ilim var ki onu da ben bilmem" dedi.

 

Musa: "Sen inşallah beni sabırlı bulacaksın. Ben senin hiçbir emrine isyan etmeyeceğim" dedi.

 

Bunun üzerine ikisi deniz sahilinde yürüdüler. Gemileri yoktu. Bir gemi yanlarına uğradı. Onları taşıması için gemicilerle konuştular. Gemiciler Hızır'ı tanıdılar ve onları ücretsiz olarak gemiye aldılar. O sırada bir serçe gelerek geminin kenarına konup denizden bir iki damla su aldı.

 

Hızır: "Musa! Benim ilmim ve senin ilmin, bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile Allah'ın ilmini eksiltmez" dedi.

 

Sonra Hızır gemi tahtalarından birini söktü.

 

Musa: "Adamlar ücretsiz olarak bizi gemiye aldıkları halde sen, içindekileri boğmak için gemilerini mi deliyorsun?" dedi.

 

Hızır: "Sen benimle birlikte sabredemezsin demedim mi?" dedi.

 

Musa: "Dalgınlığımdan dolayı beni sorumlu tutup, bana güçlük çıkarma" dedi.

 

Musa'nın bu ilk itirazı gerçekten de dalgınlık eseri idi. İkisi yolculuklarına devam ettiler. Bir de baktılar ki bir çocuk başka çocuklarla oynuyor. Hızır çocuğun başını eliyle kopardı.

 

Musa: "Bir can'a karşılık olmaksızın günahsız bir canı mı öldürdün?" dedi.

 

Hızır: "Ben sana benimle birlikte edemezsin demedim mi?" dedi.

 

Ravi İbn Uyeyne: Hızır'ın bu ikinci sözünün ilkinden daha güçlü olduğunu söylemiştir.

 

İkisi yine yolculuklarına devam ettiler. Nihayet bir köye varınca köy halkından yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındı. Orada yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar buldular. Hızır eliyle işaret ederek duvarı düzeltti.

 

Müsâ: "İstesen bu iş için ücret alabilirdin" dedi. Hızır: "İşte bu, ikimizin ayrılacağı zamandır" dedi. Nebi s.a.v. şöyle buyurdu: "Allah Musa'ya merhamet etsin, isterdik ki biraz daha sabretseydi de ikisinin arasında geçen başka olaylar bize anlatılsaydı".

 

 

AÇIKLAMA:     "Allah düşmanı yalan söylemiş" sözü hakkında İbnü't-Tîn şöyle demiştir: "İbn Abbas bu sözü ile Nevf'i Allah'ın korumasından çıkarmak istememiştir. An­cak ilim adamları hak olmayan bir şey duyduklarında kalpleri bundan nefret eder ve insanları bundan engellemek ve sakındırmak için bu tür sözler ederler. Yoksa bu sözün hakikati kasdedilmemiştir".

 

Yüce Allah'ın Hz. Musa'ya söylediği "O (Hızır) senden daha bilgilidir" sö­zünden ilk anda Hızır'ın nebi olduğu, hatta risalet ile görevlendirilmiş bir nebi olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü böyle olmasa üst seviyedeki bir kimse, kendisin­den daha üst seviyedekine üstün kılınmış olur ki bu, batıl bir görüştür. Hızır'ın peygamber olduğunu gösteren en açık delillerden biri onun yaptığı şeyler hakkında "Ben bunu kendiliğimden yapmadım" sözüdür. Onun peygamber olduğuna inanmak gerekir, ta ki batıl yolda olanlar bunu "Veli, peygamberden üs­tündür" şeklindeki İddialarına dayanak yapmasınlar. Haşa ve kella.

 

Hızırın "Senin bulunduğun bu yerde selâm ne gezer?" sözü "selâmın bilin­mediği bu yerde selam ne gezer?" anlamına gelir. Burası küfür ülkesi idi veya onların selamlaşmaları "selâm" sözcüğü ile yapılmıyordu.

 

Bu, peygamberler ve onlardan daha alt seviyedeki velilerin, Allah'ın kendi­lerine bildirdiği dışında gaybı bilmediklerini gösterir. Çünkü Hızır tüm gaybı bil­seydi, Musa'yı kendisine sormadan bilirdi.

 

Hızır'ın "Benim ilmim ve senin ilmin, bu serçenin denizden aldığı bir yudum kadar bile Allah'ın ilmini eksiltmez" sözü, Allah'ın ilminden hiçbir şeyi eksiltmez anlamına gelir. Bu güzel bir yorum olmakla birlikte daha güzel bir yorum şudur: Şurada Allah'ın ilmi ile kasdedilen Allah'ın bildiği varlıklardır. Çünkü buradaki ilim kelimesinin başına, bir şeyin bir kısmını ifade eden "min" harfi gelmiştir. Allah'ın zatında bulunan ilim, ezelî bir sıfat olup parçalanamaz, Allah'ın bilgisine konu olan şeyier (nesneler ve olaylar) ise bölünebilir.

 

Kurtubî şöyle demiştir: İbn Cüreyc rivayetinde bu hadis bağlam olarak daha güzel bir anlatım ile ve şüpheden daha uzak bir ifade ile gelmiştir. O rivayette "Allah'ın ilmi yanında benim ve senin ilmin ancak şu serçenin gagası ile denizden aldığı su kadardır" denilmiştir.

 

 

Hz. Hızır Ve Hz. Musa'nın Kıssasından Çıkarılacak Sonuçlar

 

Kurtubî şöyle demiştir: Hz. Musa ile Hızır'ın kıssasından çıkarılacak önemli sonuçlar vardır. Şöyle ki:

 

Allah kendi mülkünde dilediğini yapar, mahlukâtı hakkında onlara yarar ve zarar verecek şekilde dilediği gibi hükmeder. O'nun fiillerini anlama ve hükümlerine itiraz etme konusunda aklın bir fonksiyonu yoktur. Mahlukatın (insanların) O’nun hükmüne rıza göstermesi ve teslim olması gerekir. Akıllar, rububiyetin sırlarmı keşfedecek güçte değildir. Onun verdiği hüküm hakkında "niçin" ve "nasıl" soruları sorulamaz.

 

Bu kıssa ile ilgili olarak iki çarpıtmaya da işaret edelim:

 

1. Bazı cahiller bu kıssaya dayanarak Hızır'ın Hz. Musa'dan daha üstün ol-luğunu söylemişlerdir. Bu sözü ancak bu kıssayı anlayacak kadar düşüncesi gelişmemiş ve Allah'ın Hz. Musa'ya verdiği; risalet, onunla doğrudan konuşma, içinde her şeyin hükmü bulunan Tevrat'ı indirme, Hz. İsa da dahil olmak üzere İsrail oğullarına gönderilen bütün peygamberlerin onun şeriatı ve nübüvvetinin hükmü ile yükümlü olmaları konularını anlayamayanlar söyler. Kur'an, Hz. Musa'nın bu üstünlüklerinin pek çok delilini sunmaktadır. Bu konuda şu âyet yeter­dir: "Ey Musa! Ben risaletimle (sana elçilik vermemle) ve seninle konuşmakla seni insanlar arasından seçerek üstün kıldım.[A'raf, 144]

 

Peygamberler bölümünde Hz. Musa'nın fazileti ile ilgili yeterli açıklama gerçektir.[3394 nolu hadis.]

 

Hızır, nebi olsa bile, resul olmadığında görüş birliği vardır. Resul, nebiden laha üstündür. Hızır'ın resul olduğunu kabul etsek bile, Hz. Musa'nın risaleti daha büyük, ümmeti de daha çok olduğundan o daha üstündür. Hızır, olsa olsa İsrail oğuIlarmın peygamberlerinden biri ile aynı konumda olabilir ki Hz. Musa onların en üstünüdür.

 

Hızır'ın nebi değil velî olduğunu kabul edersek, nebi veliden daha üstündür. Bu, aklen de naklen de kesin olan hususlardandır. Bunun aksini kabul eden kişi küfre girer, çünkü bu husus dinde zaruri olarak bilinen (herkesin bilip inanması gereken) hususlardandır.

 

Hızır ile Musa kıssası yalnızca Musa'nın ibret alması için bir imtihan idi.    .

 

2. Zındıklardan bazıları, İslam şeriatının hükümlerini yıkacak bir yöntem be­nimseyerek şöyle demişlerdir: "Musa ile Hızır kıssasından anlaşıldığına göre di­nin genel hükümleri, zeka seviyesi düşük genel halk kitleleri hakkında geçerlidir. Evliya ve seçkinlerin ise bu nasslara (ayet ve hadislerdeki hükümlere) İhtiyaçları yoktur. Onlardan istenen yalnızca kalplerine gelene uymalarıdır. Onlar hak­kında, kalplerine doğan şeye göre hüküm verilir. Çünkü onların kalpleri kirler­den temizlenmiş ve şer'i hükümleri anlatan kelimelerden boşalmıştır. Nitekim Hızır hakkında da böyle olmuş, o kalbine doğan ilimler sayesinde Musa'nın sa­hip olduğu şeriattan müstağni olmuştur. "İnsanlar sana fetva verse de sen fetvayı kalbinden al" şeklindeki meşhur hadis de bunu desteklemektedir".

 

Bu söz zındıklığa ve küfre götürür. Çünkü bu, dinden olduğu kesin olarak bilinen bir şeyi inkar etmektir. Zira Allah'ın kanunu ve yürürlüğe koyduğu sö­züne göre; Allah'ın hükümleri ancak O'nunla halk arasında elçilik yapan pey­gamberler aracılığı ile bilinebilir. Bu peygamberler Allah'ın dinini ve hükümlerini İnsanlara açıklar. Nitekim Yüce Allah "Allah, meleklerden ve insanlardan elçiler seçer [Hac, 75] "Allah peygamberliğini kime vereceğini daha iyi bilir [En'am, 124] buyurmuştur. İnsanlara, peygamberlerin getirdiği bütün hükümlere itaat etmelerini emretmiş, onlara İtaat etmeye ve emrettikleri hükümlere yapışmaya teşvik etmiştir. Çünkü doğru yol ondadır. Bu konuda kesin bilgi ve İlk dönem âlimlerinin görüş birliği vardır. Peygamberlerin Allah'ın hükümlerini getirdiği yollar dışında, hükümleri bilmenin başka bir yolu bulunduğunu ve bu yolun peygamberlerin yoluna ihti­yaç bırakmadığını iddia eden kişi kâfirdir, öldürülür, kendisinden tevbe etmesi istenmez (yani tevbe etmesine müsaade edilmez).

 

Hızır'ın yaptığı şeyin din ile çelişen hiçbir tarafı yoktur. Zalim bir kimsenin gemiyi gasp etmesini önlemek için geminin tahtalarından birinin sökülmesi, zalim kimsenin gasp tehlikesi geçince tahtanın yerine çakılması hem din hem akıl bakımından caizdir. Ancak Musa ilk anda görünen durumu dikkate alarak bunu yadırgamakta acele etmiştir. Müslim'in Ebu İshak'tan rivayetindeki şu ifade bunu açık olarak göstermektedir: "Gemiyi çalıştıran kişi tahtasının kırık olduğunu görünce onu tamir etti".

 

Farklı şekillerde anlaşılmaya müsait olan durumlar yadırgamakta acele et­memek gerekir.

 

Hızır'ın çocuğu öldürmesine gelince bunun, onun dininde caiz olması muhtemeldir.

 

Duvarı onarma ise kötülüğe iyilikle karşılık verme cinsinden bir fiildir. Bu hadisle ilgili diğer meseleleri tefsir bölümünde ele alacağız.[4762 nolu hadis.]